Karalamalar

Hoşgeldiniz

Yeni evimin mutfağında ilk gün… Misafirlerimiz de gelmiş birer, ikişer… Hoşgeldiniz dostlarım! Sizleri tekrar görebilmek ne güzel; çok özlemişim vallahi… Kısa aralıklarla verdiğim sesleri saymazsak neredeyse on gündür yazmıyorum, daha doğrusu yazamıyorum… Öyle alışmışım ki yazmaya, duygularımı, düşüncelerimi yazarak paylaşmaya; elimden kalemim, kağıdım alınınca soluksuz kaldım sanki… Şunu da o kadar iyi anladım ki; ben blogumdan, sizlerden besleniyor, ilhamımı buradan alıyormuşum tamamen… Yazmak, okumak ve tasarlamak birbiri ile içiçe, birbirinden ayrılmaz parçalarımmış benim… Fotoğraf bile çekmedim şu son bir haftada, inanır mısınız… Çok yazık çok… Eminim sizler de benimle benzer duyguları paylaşıyorsunuz; içinizden bir parçanız kopmuş gibi, yaşantınızda büyük eksiklik hissediyorsunuz… Hele zaman zaman açılan Blogger kumanda paneli yok mu; içinizdeki ümidi alevlendirdiğinde aniden kapanıverince suya düşen hayallerimiz, şiddetli bir depremden sonra her an yıkılacak evimize koşa koşa girip değerli birkaç parça eşyamızı alıp geri kaçar gibi davranmamıza sebep oluyor ister istemez… Hayatımıza kendi kararımız ile dahil ettiğimiz ancak tarafımızdan…

Korkularımın Kazanından Hayallerimin Yelkenine…

Bilir misiniz; zaman zaman geceleri ölüm korkusu yaşarım ben… Gece ile beraber olumsuz duygularım harekete geçtiğinden mi bilmiyorum ama sanırım yaşadığım bu duyguda yıllar önce aniden babamı kaybetmemin etkisi de büyük…Liseye yeni başlamıştım, Ağustos’ un son günü, gece saat 01.30 civarıydı, hiç unutmam. Yan odadan duyduğum hırıltılar giderek yükseldiğinde annemin feryatları ile gözümün önünde çaresizliğin resmi çizilmişti saniyeler içinde… Bir geceden bana kalan ise; o günden sonra uykusunda nefes alamadığını düşündüğüm kim varsa onu telaşla uyandırmak olmuştu…Ne zaman sol kolum ağrısa zaten, kalbimle ilgili endişeye kapılırım. Kendi kendime ortada hiçbirşey yokken kriz geçireceğim hissine bile kapılırım bazen… Babamı beklenmedik bir anda kalp krizi sebebi ile kaybedince, üstüne iki sene önce de annem kalp krizinden hastahaneye kaldırılınca (çok şükür, ona birşey olmadı) kendimi psikolojik baskı altında hissetmeye başladım. Zaten hareketsiz, stres altında bir yaşantımız var; bir de üzerine bu olasılıklar eklenince her sol kol ağrısında doktorun kapısını çalmamak işten değil…Aslında benim korkum sadece kalple alakalı…

Yeter ki İste!

Ama isterken dikkatli olmak gerekiyormuş :)Tahmin ettiğiniz üzere, yine evrensel-siparişsel mevzulara takıldım ben :)) Okuduğum kitapta yazara gelen bir okuyucu mektubu paylaşılmış. Gerçeklik payı nedir bilemem ama geçen sabah yolda daha ayılamamışken gözüme çarpan bu satırlar beni gülümsetmeye yetti :) Sizinle de paylaşayım, siz de gülümseyin istedim;*********************************************Katharina’ dan…” Dennis adında bir gence aşık olmuştum. Bir gece yatakta yatarken Allah’ a dua ettim: ‘Sevgili Allah’ ım Dennis’ in bana aşık olmasını sağla.’ Bu isteği, tüm kalbimle istemiştim. Tabii tüm bunları isterken dramatik süslemeler de yaptım. Ertesi gün sabah (Gerçekten ertesi gün sabahtı), kız arkadaşım bize geldi ve bana dedi ki: ‘Biliyor musun? Dennis sana aşık, bunu bugün diğer erkeklere anlatırken duydum.’Ama, bizde adı Dennis olan iki kişi vardı! İstekte bulunurken soyadını belirtmeyi unutmuştum! Ne yazık ki, bana yanlış Dennis aşıktı!SevgilerimleKatharina “********************************************* Yeter ki İste – Pierre FranckhDemek ki neymiş? Sadece istemek yetmiyormuş; soyadını da ayrıca belirtmek gerekiyormuş :))Düşündüm de; bu zamana dek bizim siparişler de…

Minyon Olmak; Artı ve Eksileriyle :)

Hani derler ya yaşayan bilir diye; işte ben de yeryüzünde yaşayan en minyon insanlardan biri olarak deneyimlerimi sizinle paylaşmak istiyorum :)Tamam, belki de en minyon grubunda değerlendirilmiyor olabilirim ama minyonum sonuçta :DBakalım, neler biriktirmişim yıllarca içimde :)))(+) Minyon bir yapıya sahipseniz hiçbir zaman asıl bulunduğunuz yaşı göstermezsiniz! Yetişkinlik dönemine kadar bu her ne kadar bir dezavantaj olarak algılansa da – çünkü uzun bacaklı kızlardan olamamak canınızı yakabilir – yaş ilerledikçe doyasıya bunun tadını çıkartırsınız. “Küçük olan güzeldir” tezinin araştırma konusuna bile dahil olabilirsiniz :))(-) Küçük olan her zaman güzel de olmayabilir; en azından sonuçları itibari ile :) Olduğunuz yaştan çok daha küçük gösterdiğiniz için zaman zaman karşı taraf sizi kaale almayabilir. Mesela, bir erkek size otobüste yer verme gereksinimi duymayabilir ya da bir restaurantta tek başınıza yemek yiyorsanız eğer kalabalık bir grup oraya geldiğinde masası değiştirilebilir ilk insan olarak sizi gözlerine kestirebilirler. Pekala, bu zaman zaman can sıkıcı olabilir :/(+)…

Hayatın Merkezi

Her kim neyi koyarsa hayatının merkezine; sanki çevresindeki tüm insanlar da orada gibi düşünüyor; mesela evliyseniz çevrenizdeki tüm insanlar evli, çocuğunuz varsa sanki herkesin çocuğu varmış gibi… İster istemez ilginizi de sizin merkezinize uygun konular çekiyor; sevgiliniz askerdeyse TV’ de asker konulu haberler, kilo vermek istiyorsanız elbetteki diyetisyenler, vs. Ve sanki öyle oluyor ki siz yolda yürürken, dolmuşta işinizden evinize dönerken de çevrenizdeki insanlar nedense hep sizin ilgilendiğiniz konulardan, yakındığınız sorunlardan bahsediyor. “Herkes mi aynı dertten mustarip?” ya da “Herkes mi aynı şeyi istiyor?” diye düşünmeden edemiyorsunuz tabii. Peki neden böyle oluyor dersiniz? Herkes mi blog yazıyor? Peki herkes blog mu okuyor? Herkes aynı sözcüklerle mi internet üzerinde arama yapıyor? Hayır! Kimse birbirinin eşi, benzeri değilken hep de bizi ilgilendiren konuların TV’ de, radyoda bize denk gelmesinin, tam da kafamızdaki soruna ilişkin çözüm öneren bir kitabın kitapçıda bize göz kırpmasının bir sebebi olmalı! Kimi buna sadece hoş bir rastlantı desin,…

Home Office Çalışmak

Sizin kulağınıza da hoş geliyor mu?Yoksa zaten home office çalışanlar arasında mısınız? O zaman ne mutlu size :)Son dönemlerde home office çalışma şekli, diğer bir tabirle işlerini evden yürüterek gelirini sağlama fikri iyiden iyiye yayılmaya ve kabul görmeye başladı. İlk başlarda evde çalışan insanlar tam olarak anlaşılmazken, şu an evde çalışan bir bireyin ofis ortamına göre çok daha fazla enerji harcadığı muhakkak.Tabii mutlaka evde çalışmanın kişiden kişiye farklılık gösteren avantaj ve dezavantajları vardır. Çoğunluk için en zorunun odaklanmak olduğunu düşünüyorum; ki siz ne kadar kendi iç disiplininizi sağlayabilen bir birey olsanız da, sizin evde çalıştığınızı bilip, bunun ne demek olduğunu anlayamayan yakınlarınızın zaman zaman kapınızı çalıp sizin düzeninizi bozma konusunda girişimleri olacaktır. Ne kadar insanlara hayır diyebildiğiniz, bu dengeyi nasıl sağlayabildiğiniz bu noktada büyük önem arz ediyor.Nasıl olsa evdeyim mantığı ile yataktan çıkamayan, saatin alarmını beşer dakika, onar dakika öteleyip, hep biraz daha uyuma taraftarı olan ya da çalışırken beş…

Hayatımın Bugünkü Ekosu :)

Yaklaşık bir ay kadar önce çalıştığım şirket civarında ev yemekleri yapan güzel bir yer keşfettim; ufacık, tefecik, genelde sebze yemeği ağırlıklı, benim gibi fast-food tarzı yemeklerden kaçınan insanlar için ideal. Yalnız biraz yürüdüğünüz için ne yazık ki kimseyi bu sağlıklı yemeklerin tadına bakmaya henüz ikna edemedim. Ben de yalnız kalmak bile pahasına olsa bu yerden vazgeçemedim; son zamanlarda neredeyse her öğlen oraya gider, onbeş dakika kadar çorbamı içer, yemeğimi yer, sonra yürürüm ya da mağazaları gezerim :) Sıklıkla mağaza gezerim aslında; ama o da yürümek değil mi :))Yemek yediğim yer küçük ve rağbet gören bir yer olunca, ben de tek kişi olarak her daim tanımadığım insanlarla masamı paylaşıyorum :) İlk başlarda yadırgasam da bu durumu – çünkü yalnız yemek yemek kimi insanlar için kabustur – artık o kadar alıştım ki yalnız yemek yemeye, cafe’de oturmaya, vs… Zaten yalnız olmuyorum :) Benim içsesim var, artık onu tanıyorsunuz :)) O da bloguma…

Sevgili Kuşlar

İki ay önce… Günlerden Cumartesi… Misler gibi bıcı bıcımı yapmış, otobüs durağında beklemekteyim. Tepemde bir ıslaklık… Talih kuşu tepemde dolanıyormuş, anlayın işte :)İki gün önce… Günlerden Cumartesi… Misler gibi bıcı bıcımı yapmış, otobüs durağında beklemekteyim. Tepemde bir ıslaklık… Tek fark; farklı bir duraktayım bu kez ama ben yine banyomu daha yeni yapmış ve yine bir kuşun oyununa gelmişim :/Aynı kuş mu bu acep :D Beni mi takip ediyor yoksa =))) Anlayan varsa beri gelsin :)Milli piyango bileti mi almam lazım yani kuşların bu ısrarına dayanamayıp? Ya da ne? Yoksa çekim gücü yasasına göre tepeme pisleyen kuşları ben mi çektim üzerime? Evet, biliyorum, o kitapların yazarlarına göre buna da sebep olan benim! Düşünce gücümle yaptım ben herşeyi zaten. Evrenden özel sipariş verdim ben o kuşları, bilerek ve isteyerek :))Peki, tamamen rastlantıysa, bu iki olayı da hemen geçmişe gömmeye hazırım ama ya değil de içinde benim için gizli bir mesaj var ve…

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Gezinme