Dünden Kalan…

Dünkü yazımı en güzel özetleyen yorumdu sanırım bu – sevgili Seyhan’ dan gelen:

“… zorunluluk hissetme yazmak için, yazmak için de yazma ama yazacaklarını da kendine saklama ;)”

Evet, aslında benim de korkum kendime belirli günler dahilinde kısıtlamalar getirmek; sorumluluklar, ödevler vermek, sonra yapamadığım zamanlarda yaşadığım vicdan azabı ile sıkılmak, tasımı – tarağımı toplayıp kaçmak belki de en sonunda… Kendim ederim, kendim bulurum yani :)

İşin büyüsü bozulsun istemem… Sonuçta ben ne tasarımcıyım, ne fotoğrafçı, ne de bir yazar… Hepsini zevk için yapıyorum; keyif alıyorum yazarken, birşeyler tasarlarken ya da bir fotoğrafı nasıl en iyi şekilde çekebileceğimin üzerine kafa yorarken…

Hani bunlardan biri bile benim mesleğim olsa, yani karşılığında para kazanıyor olsam bu planlı, saatli hareketlerimin sebebini anlarım da… Yaptığım kendi kendimi köle gibi çalıştırmaktan başka birşey olmuyor zaman zaman. Acımasız bir şekilde ağır ödevler veren bir öğretmen, aynı zamanda da onun çalışkan ve itaatkâr öğrencisi gibiyim adeta :)

Bir insan Cumartesi günü iki saat fazla uyudu diye kendini suçlu hisseder mi? İşte manyağın önde gideniyim. Az bir rahat durayım, nefes alayım, yok!

Dün akşam rahatsızlandım en basiti (şu an da çok çok iyi olduğumu söyleyemeyeceğim gerçi)… İşten eve gittiğimde kolumu kıpırdatacak halim yoktu. Biraz dinleneyim dedim, üşütmüşüm belli; baş ağrısı, halsizlik, ateş… Uyusam biraz iyi olacağım belki ama gözlerimin içinden ateşler çıkarken bile uyku moduna geçemiyorum, o kafamın içinde ne varsa izin vermiyor buna. Kalksam zaten bulutların üzerinde yürüyor gibiyim, kafamın içinde davullar çalıyor resmen… Derken vücudum galip geldi de beni fermuarlı cüzdan dikme girişiminden alıkoyabildi :)

Anneme benzediğimi düşünüyorum böyle zamanlarda; nasıl bir mükemmeliyetçilik bulaştırdıysa kanıma, ne yaparsam yapayım daha iyisine dikiyorum gözümü. Kendini aşmaya çalışmak iyi birşey besbelli; yalnız uzun vadede insanı yıpratma payı da eminim daha yüksektir…

O ince çizgiyi kaçırmamam lazım benim de… Zaten yazmak için yazamam, içimden gelmiyorsa birşey tasarlatamaz kimse de bana… Tek yapmam gereken, şöyle bacaklarımı uzatıp oturmak istediğimde ya da canım hiçbir şey yapmak istemediği zamanlarda kendimi huzursuz eden o düşünceleri silip atmak aslında… O zaman doğru yolu bulurum gibi :) Ve haftanın bir gününü yalnızca yazmaya ayırmayı isterken sadece ayın bir günü yazabilirsem de kimseler gücenmez bana sanırsam – benden başka :))

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

2 yorumlar

  1. Sevgili Demet,
    Ben yazarların bile sırf iş olduğu için yazdıklarına inanmıyorum, piyasa kitapları hariç. Yazmak bir çeşit ihtiyaç, belki beynindekilerden arınmak, dimağını temizleyip yeni düşüncelere yer açmak. “Sende blog dünyasına katıl” diyen arkadaşlarıma söylediğim ilk şey “Yazamadığım zamanlarda kendime dert edinirim, hayatımı böler görev sayarım bu durum da bir süre sonra beni boğar ” olmuştu.
    Burası senin krallığın hükümdar sensin bir hafta bile post yazmasan ne olur ki takipçin mi azalır hiç sanmıyorum. Kendine rağmen bir şeyler yaparsan üretkenliğin azalır diye düşünüyorum.

  2. Demet

    sezen; Yazdıklarına katılıyorum canım, bir çeşit terapi yazmak, evet. Sanırım ben de o boğar dediğin şeyi takıyorum zaman zaman kafama; “Ah bugün yazamadım, zamanım olmadı, kafam dağınık,…” filan diye :) Bu arada, ben de blogları bu kadar yakından takip eden birinin neden blog yazmadığını düşünüyordum; cevabını aldım bu sayede ;) Yorumunla da beni mutlu ettin, çok sağol :)

Gezinme